Etiketler

24 Mart 2017 Cuma

BIR CRUISE MACERASI


Bol uykusuz bir Mayıs gecesinin ilerlemiş saatlerinde internette uyku ararken bir Amerikan  turizm şirketinin sayfalarında enfes fotoğraflarla karşılaşıyorum. Fotoğraflar daha önce ismini duyduğum ve coğrafyacı ………. Nursel sayesinde kafama kazınan Dünya haritasında yerini aşağı yukarı bildiğim bir adaya ait; Antigua & Barbuda’nın Antigua’sına…
Bir türlü harcamaya kıyamadığım ve kullanmazsam yıl sonunda yanacak olan, bakiye 10 günlük yıllık izin için biçilmiş kaftan. Ancak kaftanı biçmek için uygun bir seyahat programı yapmak, para durumunu ayarlamak ve en önemlisi de bir kız arkadaşımı ikna etmek gerekiyor. (Yoksa yalnız mı gitmeliyim ?)

Daha da ilerleyen saatlerde yaptığım araştırmada, bu adaya “Cruise” gemileri ile de gidilebildiğini ve hatta bu yolla gidilirse aynı güzellikte birkaç adayı daha görme imkanı olduğunu buluyorum. Gemi fotoğrafları en güzel görünen 3 “Cruise” firmasından broşür talep ediyorum.
Ertesi gün uydum akıllı kız arkadaşıma konuyu açtıktan birkaç dakika sonra, o bavullarını hazırlamaya başlıyor. Malum, o bölgenin gideceğimiz tarihteki hava durumlarına internetten bakılıyor ve ona göre kıyafetler düşünülmeye başlanıyor.

Bir sure sonra talep ettiğim broşürler geliyor. Bunlar; Princess, Royal Caribbean ve Celebrity firmalarına ait. Broşürlerle birlikte bunların Türkiye’de iki ayrı seyahat acentesi ile çalıştığı bilgisi de geliyor. Her zaman, her yerde ilk üçe girmek gibi bir takıntısı olan kız arkadaşımın ısrarları sonucu, bir kaç gün içinde bu acentelerden birinden ön rezervasyon yaptırıyorum. Aylardan Mayıs, bizim “Cruise” ise Ekim sonunda.

Karayip adalarını dolaşan gemiler, San Juan’dan (Puerto Rico), Fort Lauderdale (Florida) ve Bridgetown’dan (Barbados) kalkıyor. Seferler genellikle Kasım – Aralık – Ocak – Şubat aylarında yapılıyor. Zira yaz aylarında bu bölgede Katrina’lar, Rita’lar dolaşıyor. Ancak, kış aylarında da hava sıcaklığı 28 derecenin altına düşmüyor. Bu bölgede çalışan “cruise” firmaları; Princess, P & O , Costa, Royal Caribbean, Carnival, Golden Star ve Celebrity. Sadece ABD vizesi yeterli oluyor. Zira diğer adalara giriş yaparken bırakın vizeyi pasaport soran bile yok.
San Juan’a ulaşım New York ya da Madrid bağlantılı, Fort Lauderdale ve Bridgetown’a ise New York bağlantılı yapılabiliyor. Bizim gemimiz San Juan’dan kalkıyor ve uçak bileti alırken biraz New York’u da turlamak için bu güzergahı tercih ediyoruz.

Seyahatin New York bölümü ile ilgili olarak –sanırım hem pek de bu kente ısınamadığım için hem de konumuz olmadığı için- anlatacak fazla bir şey yok. Tek ilginç olay, iki katlı ve üstü açık hop on hop off otobüsündeki animatörün, bizim Türkiye’den geldiğimi öğrenmesi üzerine ağız armonikası ile “Nihansın Dideden” ve “Kara Gözlüm Efkarlanma Gül Gayrı” şarkılarını çalması oluyor. Bu zat, bir Amerikalı ve Türk müziğine çok meraklı olduğunu, ud çaldığını, evinde 15-20 adet daha Türk müziği notaları bulunduğunu söylüyor.

New York’tan San Juan’a uçuş yaklaşık 4 saat sürüyor. Uçağa binerken dikkat edilmesi gereken şey, üste giyilen gömlek ya da kazak –ki New York bu mevsimde oldukça soğuk-  türü bir giysinin içine, kazak ve de gömleği San Juan’a varınca çıkartmak gerekeceği için kısa kollu bir t-shirt giymek. Zira 8 derece olan New York’tan 4 saat uçtuktan sonra 28-30 derece civarında havası olan bir kente geliyorsunuz.

San Juan havalimanından taksiyle kent merkezindeki limana ulaşım $ 17 tutuyor. Taksilerin hepsi klimalı, çoğu 7-8 kişilik van ve hiçbiri sarı değil. Puerto Rico her ne kadar ABD’nin bir eyaleti de olsa anadilleri olan İspanyolca’yı konuşuyorlar. İngilizce’leri ise oldukça zayıf. Yaklaşık 15 dakika süren bir yolculuktan sonra limana ulaşılıyor. Gemi o kadar büyük ki, yolculuğun son 5 dakikasında uzaktan görülebiliyor.

                                                              Golden Princess

Gemiye biniş ciddi bir yorgunluk. Önce terminal binasının dış kısmında bagajlar fiş karşılığı görevlilere teslim ediliyor. Yaklaşık bir saat sonra kamaranıza getireceğiz diyorlar. Gerçekten de getiriyorlar, ama bir saat sonra henüz biz kamaramıza ulaşamamış oluyoruz. Check-in işlemleri saat 14:00 de başlıyor. Geminin depar saati 23:00 olmasına rağmen sabah uçağı ile gelmiş olan bütün yolcular aynı anda gemiye giriş yapmak istedikleri için tam bir hengame yaşanıyor. Tek sıra halinde polis kontrolundan geçildikten sonra yine tek sıra halinde check-in kuyruğunda bekleniyor. Yaklaşık iki saat sonra sıra geliyor ve yine tek sıra olarak ikinci kez polis kontrolundan geçiliyor. Burada bir de fotoğraf çekiliyor. Burada eğlenceli pozlar veren insanlar bunun bir hatıra fotoğrafı olmadığını, güvenlik için çekildiğini daha sonra öğreniyorlar. Gemide ekstra harcamalar için verilen ve aynı zamanda kamaranın kapı anahtarı olan kartı, gemiye girişte ekranlı bir makineye okutmak gerekiyor ve işte o anda ekranda az önce çekilen rötuşsuz fotoğrafınızı görüyorsunuz. Kart kaybedilirse başkası kullanmasın diye…

Evet artık gemideyiz. Gemiye giriş 4. kattan yapılıyor. Zaten ilk 3 kat yolcuların girmesinin yasak olduğu ambar, personel yatakhanesi gibi bölümler. 25 kişilik asansöre biniyoruz ve kamaramıza gidiyoruz. Gerçekten bagajlarımız kapımızın önünde bizi bekliyor.


Kamaramız 14. katta, balkonlu, 24 m2, buzdolabı, TV, banyosu olan bir kamara. Ayrıca bir bölme ile küçük bir alan da giyinme / soyunma odası şeklinde düzenlenmiş. 5 yıldızlı bir otel odasından hiç bir eksiği yok. Fazlası var; kamarotumuz Rodrigo. Gitar konçertosunu dinleyemediysek de, bir insanın bu kadar bozuk bir İngilizce ile nasıl bu kadar kibar olabildiği konusunda bizi hayrete düşürmeyi başarıyor. Rodrigo bir Filipinli. Aynı gemide çalışan Filipinli bir bayan arkadaşı, “cruise” sırasında çok zengin bir Türk yolcu ile tanışmış, şimdi onunla evliymiş ve Türkiye’de yaşıyormuş. Türk olduğumuzu öğrendiğinde, faltaşı kadar değil, ancak bizim normal duruşumuz kadar açılabilen gözleri ile bize bu hikayeyi anlatıyor. Belki de niye zengin bir Türk bayan gelmedi diye hayıflanıyor. Gemide her 3 kamaraya bir kamarot düşüyor. Kamarotlar, kamaranın her türlü bakım, temizlik, teknik sorunları gibi konularda sorumlular ve sürekli o 3 kamaranın yakınında bulunuyorlar.

                                                                        Kamara

Gemide bir kaç çeşit kamara mevcut; 8 kişilik balkonlu aile suiti, 4 kişilik balkonlu mini aile suiti, 2 kişilik balkonlu kamara, 2 kişilik pencereli kamara ve 2 kişilik iç kamara. İç kamara alanlar, kamaraya uyuyacakları zaman gidiyorlar, diğer zamanlarını güvertede, havuzda ya da bir sosyal alanda geçiriyorlar.

Gemiyi tanımak, bir yere giderken yolunu kaybetmemek için 2-3 gün gerekiyor. Bu da zaten bir haftalık seyahatin yarısı demek. Gemide 710 kamara, 2600 yolcu, 1200 personel var. Teknik verileri de şöyle;
·      2001 yılında İtalya’da inşa edilmiş
·      Bermuda bayraklı
·      Ağırlığı 109,000 gros ton
·      Azami hızı 41 kM/saat
·      Uzunluğu 290 m
·      Genişliği 40 m
·      Yüksekliği 46 m
·      Güverte sayısı 18
Bir haftanın sonunda gemide bizim keşfettiğimiz yerler şunlar;
·      Fitness salonu
·      Cimnastik salonu
·      2 adet sauna
·      buhar odası
·      lotus spa
·      lotus spa havuzu
·      güzellik salonu
·      2 katlı çocuk oyun alanı
·      video game salonu
·      fotoğraf merkezi
·      golf simulatörü
·      2 adet shuffle board
·      tenis kortu
·      Jogging parkuru
·      Açık satranç alanı
·      10 adet bar / gece kulübü
·      7 adet restaurant
·      dondurmacı
·      2 adet tiyatro salonu
·      sinema salonu
·      24 saat internet café
·      dans salonu
·      güzel sanatlar galerisi
·      3 adet yüzme havuzu
·      6 adet jakuzi
·      sağlık merkezi
·      yüzen en büyük casino
·      nikah şapeli
·      pastane
·      duty-free alışveriş merkezi
·      kütüphane ve yazı odası
·      konferans salonu

                                                     Havuzlardan biri

                                                                         Lobi

                                                         Restaurantlardan biri

                                      Güverte, bir diğer havuz, açık hava sineması


                                                             Barlardan biri...



                                                                      Casino

Gemide 3 ayrı yemek zamanlaması var ; “any time dining”, saat 18 :00 ve saat 20 :00. “Any time dining” alanlar günün herhangi bir saati yemeğe gidebiliyorlar. Ancak diğer gruplardakiler salonu doldurmuşlarsa yer boşalmasını beklemeleri ya da başka bir yemek salonuna gitmeleri gerekiyor. Restaurantlardan 2 tanesi için önceden rezervasyon yaptırmak ve $ 15 – 20 civarında bir ücret ödemek gerekiyor. Diğer restaurantlarda ücret ödenmiyor. Çay, kahve, su ve “icetea” ücretsiz ve günün her saati bulunabiliyor. Diğer bütün alkollü ve alkolsüz içecekler ücretli. Ancak fiyatlar makul. Örneğin kola $ 1.70, bira $ 2.70 gibi. Restaurantlarda mayo ile oturulması yasak. Bir haftalık turlarda 2 akşam yemeği formal kıyafetlerle yeniyor. Bunun için mutlaka takım elbise, kravat, buna uygun ayakkabı vb. götürmek gerekiyor. Yok, benim hiç işim olmaz derseniz bu akşamlarda “casual“ kıyafetle oturabileceğiniz restaurant da mevcut, ki bir sonraki turda ben öyle yaptım.  Adalarda geçirilen günlerde öğlen yemeği için 3 alternatif var; gemide sabah kahvaltısı sırasında fazladan alınan malzemeler ile kumanya hazırlamak, bir lokantada yemek ya da gemiye dönüp, yemekten sonra tekrar adaya çıkmak.

                                                          Bir diğer restaurant

Geminin 16. katındaki “skywalker“ bar hariç, hiçbir kapalı mekanda sigara içilmiyor. Teorik olarak kamaralarda da yasak ! Gemiye dışardan içki getirilmesinin de yasak olduğu, her türlü içkinin gemide temin edilebildiği seyahat öncesinde bize gönderilen broşürlerde yazıyor. Ancak “her türlü içki“nin rakıyı ihtiva etmediğini tahmin eden ve de haklı çıkan bendeniz, yine de bavulun içine sarıp sarmalayıp bir 70’lik yerleştiriyorum ve yakalanmıyorum. Tabii akşamları Atlantik manzaralı balkonumuzda demlenmemizde, buzdolabında duran rakıyı görmezden gelen Rodrigo’nun şerefine de birer duble parlatıyoruz.

                                                           Rakı içilen balkon

                                                           Skywalker bar-disco

Biraz da Coğrafya çalışacak olursak; Karayipler Florida’nın hemen güneyinden başlayıp daha da güneye inerek Venezuela’nın biraz kuzeyinde kalan toprak parçalarına kadar uzanan adalar olarak tanımlanabilir. Hatta Atlantik Okyanusu’nun bu bölümünde adaların batısında kalan kısma da Karayip Denizi deniliyor. Bölgede yer alan adalardan, en azından standard bir Dünya haritası üzerinde görülebilecek kadar büyük olanlar; Antigua & Barbuda, Amarikan Virgin adaları, Aruba, Turks & Caicos adaları, Bahamalar, Trinidad & Tobago, Barbados, Hollanda ve Fransız antilleri, Bermuda, St.Lucia, İngiliz Virgin adaları, St.Kitts, Cayman adaları, Puerto Rico, Dominica, Martinique, Dominik, Küba, Grenada, Jamaika, Guadeloupe, Haiti.

                                                             Karayipler haritası

Gemiye öğleden sonra giriş yapıyoruz ama hareket saat 23:00 de. Bu süre içinde gemiyi tanıma amaçlı yürüyüş turlarımız oluyor. Bu turlar sırasında fark ediyorum ki; “yoksa yalnız mı gitmeliydim ?“ sorusunun cevabı; hayır. Yaş ortalamasını biz düşürüyoruz. Muhtemelen son yolculuğunu yapmakta olan çok sayıda insan geminin her köşesinde karşımıza çıkıyor. Bu bir ilk intiba değil, gezinin sonunda da bu fikrim değişmiyor. Gemide 42 ülkeden yolcu var, ancak çalışanlar da dahil bizden başka Türk yok. İsmi Selma olan halkla ilişkiler sorumlusunun Türk olduğu konusunda umutlanıyoruz, ama daha sonra G.Afrika’lı olduğunu öğreniyoruz.

Gemide yaklaşık günde 20 saat aktivite var. Özellikle akşam tiyatro salonundaki programlar Broadway şovlarından farksız. Aerobik, cimnastik, golf, tenis, çocuk kulübü, havuz animasyonları, dans dersleri, bingo diğer aktivitelerden bazıları. Bir de “single’s party“ var ki, gemi henüz Puerto Rico limanından hareket etmeden önce, ilk gece saat 21:00 de başlıyor. Tek olanlar ilk geceden tanışsın ve haftayı mutlu yaşasın amacını güden bu partiye katılanların sayısı 15-20 yi geçmiyor, ki onların da çoğu “single“ olmaları şaşırtıcı olmayanlar. Siz siz olun tavsiyemi dinleyin ve bu tura yalnız gitmeyin.

                                                                Tiyatro salonu

                                                                Tenis kortu

Gemi açık denizdeyken cep telefonlarında hat yok. Ancak cep telefonu ile konuşan birkaç kişi gördükten sonra, bu durumun bizim cep operatörlerinin bir azizliği olduğu konusunda biraz kuşkuya kapılıyoruz. Anlaşılan Selo buraları henüz keşfetmemiş.

Yediğimiz, içtiğimiz bizim olsun biraz da gördüklerimizi anlatalım. Bizim katıldığımız programda 5 ada var; Barbados, St.Lucia, Antigua, St.Maarten ve St.Thomas. Bu adaların hepsi, saatlerini bir ileri bir geri almadıkları için Türkiye’den yazın 7 saat, kışın 6 saat gerideler.

Puerto Rico’dan hereket ettikten yaklaşık 32 saat sonra, sabah 07:00 civarında Barbados’un başkenti Bridgetown’a ulaşıyoruz. Barbados, Karayip adalarının en doğusunda ve ekvator ile kuzey yarıkürenin ilk enlemi arasında yer alan 430 kM2 büyüklüğünde bir ada. Güney Amerika’nın en kuzeyindeki Venezuela’dan 270 mil mesafede. Kamaradaki TV’den yapılan dahili yayının verdiği bilgiye göre dışarıda hava sıcaklığı 32 derece, deniz suyu sıcaklığı 30 derece. Tarih 29 Ekim.

                                                        Bridgetown – Barbados

                                                              Barbados’ta plaj

Ekonomisi, şeker kamışı, rom ve turizme dayanıyor. Son yıllarda turizm öylesine yoğunlaşmış ki, (400,000 turist / yıl) iş gücünün % 40’ı bu sektörde çalışıyor. Az miktarda doğal gaz ve petrol üretimi de var. Pembe ve beyaz kumlu plajları muhteşem. Nüfusu 264,000 olan bir krallık. Din; Anglikan Hırıstiyan. Para birimi ; Barbados Doları. Dili; İngilizce. Ada önce Portekiz sömürgesi olmuş, sonra İspanya sonra da İngiltere (17.yy) Havasının temizliğinden dolayı George Washington hasta olan kardeşini bu adaya göndermiş. 1966 yılında bağımsızlığını kazanmış. Adada sadece 7 saatlik bir zamanımız olması ve alışveriş özürlü olmamız nedeniyle limandaki ve kent merkezindeki mağazalarda –hani bunu da kaçırmamak gerekir denebilecek bir şeyler varsa kaçırmamak için- şöyle bir göz gezdirip, daha sonra soluğu plajlardan birinde alıyoruz. Alışveriş özürlü olmayanlar için, Barbados’ta kristal, mücevher, likör ve rom en fazla göze batan alınası şeyler. Bir de saat. Bizde işportada satılan Rolex’lerden daha ucuza bir Rolex ( !) sahibi olmak mümkün. Yakın olması açısından biz Boat Yard plajını tercih ediyoruz. İki şezlong, bir şemsiye, iki de Barbados kokteyli $ 15. Plajdaki seyyar satıcılar, satış olayını abartıp kendilerini tanıtıyor ve tokalaşmak istiyorlar. Bu arada hava aniden bulutlanıyor ve şiddetli bir yağmur bastırıyor. Kimse yerinden kımıldamıyor, zira yağmur en çok 10 dakika içinde bitiyor ve yeniden güneş açıyor. Bu durum günde birkaç kez tekrarlanıyor. Ancak hava yağmur yağarken bile serinlemiyor, hatta yağmur damlaları insan vücudunda ılık duş etkisi yapıyor. Daha sonra göreceğimiz diğer adalarda olduğu gibi Barbados’ta da deniz, yosundan ve çakıl taşlarından mahrum kalmış. Akşama doğru gemiye dönüyoruz ve saat 18 :00 de Barbados’tan ayrılıyoruz.

Yaklaşık 13 saat sonra ikinci adamız St.Lucia’ya varıyoruz. Başkent Castries. St.Lucia, Barbados’un kuzeybatısında Barbados’un aksine yemyeşil ve dağlık 622 kM2 büyüklüğünde volkanik bir ada. Rakım en yüksek noktada 950 m. olup diğer adaların hiçbirinde böyle bir yükselti yok. Dışarıda hava sıcaklığı yine 32 derece ve deniz suyu sıcaklığı yine 30 derece. Ekonomisi ; muz, fıstık ve mangoya dayanıyor. Barbados gibi son yıllarda turizmden St.Lucia’da nasibini almış. Az miktarda tekstil, ambalaj ve plastik endüstrileri de var. Nüfusu 156,000 olan bir krallık. Din; Katolik Hırıstiyan. Para birimi ; Doğu Karayip Doları. Dili; İngilizce. Ada önce Fransa sömürgesi olmuş, sonra da İngiltere (19.yy) 1803 yılında Fransa ve İngiltere bu ada için savaşmışlar ve 1814 yılında yapılan bir anlaşmayla ada İngiltere’ye bırakılmış. 1979 yılında bağımsızlığını kazanmış. Limandaki ve kent merkezindeki mağazalarda yine kısaca göz gezdirip, gezdirdiğimiz gözle kestirdiğimiz Pigeon Point plajına kendimizi atıyoruz. Plajda yine seyyar satıcıların samimiyeti ile karşılaşıyoruz. Burada plajlar kent merkezine yakın değil. Taksi ile $ 15 – 20 civarında bir ücret ödeyerek gidebiliyorsunuz. Alışveriş için elde işlenmiş ipek ve el baskısı tekstil ürünleri var. Bir de bizim o güne dek ismini duymadığımız dünyaca ünlü ressamları Lewellyn Xavier’in galerisi gezilebilir. Taksi şöförleri yolcularla muhabbete bayılıyor. “Nerelisiniz ?” veya “nereden geldiniz ?” gibi sorular yerine, “Dünya’nın hangi köşesindensiniz ?“ diye soruyorlar. Plajdan gemiye dönerken bindiğimiz taksinin şöförü, Türkiye’den olduğumuzu öğrenince; 1999 yılında büyük bir deprem yaşadığımızı, AB’ye girmek için boşuna uğraş verdiğimizi, aslında AB’nin bizi almasının uzun vadede kendi menfaatine olacağını, ABD’nin Irak’tan sonra Suriye’ye mi İran’a mı girsem diye tereddüt ettiğini, Suriye’de Esad’ın ölümünden sonra işerin düzgün gitmediğini, ABD girdikten sonra Irak’ın uniter devlet yapısının bozulduğunu ve bir daha bunun sağlanamayacağını 10 dakikalık bir yolculuk sırasında peşpeşe sıralayınca onun gerçek bir taksi şöförü olduğundan ciddi kuşkular duyarak gemimize koşuyoruz. Saat 17:00 de St.Lucia ile vedalaşıyoruz.

                                                             Castries – St.Lucia

                                                                 St.Lucia - Plaj

15 saatlik bir yolculuk ve Antigua. Başkent St.John’s limanına aynı anda 5 “cruise“ gemisi birden yanaşmış. Toplam ülke nüfusunun 66,000 olduğunu düşünürsek o sabah adanın nüfusunun % 15 arttığını söyleyebiliriz. Şimdi St.Lucia’ya göre biraz daha kuzeydeyiz, ama hava sıcaklığı hala 32 derece. Bu, kesinlikle diğerlerine göre daha ruhlu bir ada. Mimarisi ile, insanlarının sıcaklığı ile, her köşede metalden yapılma “steel pans“ denilen sadece davuldan müteşekkil orkestraları ve eşliğinde dans eden, en azından olduğu yerde sağa sola kıpırdanan ve izleyicilerini de kıpırdatan insanları ile. Christopher Columbus, 1493 yılındaki ikinci seyahatinde burayı keşfetmiş ve Santa Maria de la Antigua adını vermiş. Adanın sonraki tarihinde -olmazsa olmaz- İngilizler (1632) bunu yanlış telaffuz ederek “An-tee-ga“ demişler ve hala öyle söyleniyor. 1666-67 yıllarında ligin diğer takımı Fransızlar iki yıllığına işgal etmişler, ama fazla uzun kalamamışlar. Bırakır mı İngiliz ? 1981 de ada bağımsızlığını kazanmış. Adadaki tek havaalanı, ikinci dünya savaşı sırasında, Karayipler ve Panama Kanalı’nın Japonlardan korunması amacıyla ABD tarafından inşa edilmiş. Turizm adanın en önemli gelir kaynağı. Bir miktar pamuk, şeker kamışı, meyve ve balıkçılık işleri ile de uğraşıyorlar. 1995 yılındaki Luis kasırgası adanın % 75’ini yerle bir etmiş. Son 10 yıldaki diğer kasırgalardan fazla etkilenmemişler. Adanın (Barbuda ile birlikte) büyüklüğü 442 kM2. Krallık ile yönetiliyor, Anglikan Hırıstiyan ve İngilizce konuşuluyor. Para birimi Doğu Karayip Doları. Runaway Bay plajı daha önceki iki adanın muhteşem plajlarından daha da güzel. Ancak bu plajda ne olduğunu bilmediğimiz bir deniz canlısı, birkaç saatin içinde üç kişinin ayağına saldırıyor, ikisi ben ve kız arkadaşım. Saldırdığı yerde yara izi bırakmayan, ama fena halde insanın canını acıtan bu manyak yaratık nedeniyle denize girmekte tedirginlik yaşayanlar oluyor. Dönüşte, usta işi bir mimarın elinden çıktığı belli olan liman sahasındaki mağazalara biraz göz gezdiriyoruz. Bizim pek alakamız yok ama; elmas, altın ve saatlerin çok ucuz olduğunu insanlardan duyuyoruz. Gemiye biniş saatinde bu defa “steel pans” orkestrası geminin hemen yanıbaşında yolcuları nefis bir konserle uğurluyor. Saat 18:00, yeniden Atlantik’e açılıyoruz.

                                                 St.John’s – Antigua & Barbuda

                                                                 Antigua plaj

Bu defa yol 14 saat sürüyor ve Hollanda Antillerinden St.Maarten adasındayız. Antigua’nın biraz daha kuzeyindeyiz. Burası enteresan bir ada. İki ayrı ülkenin paylaştığı Dünya’daki en küçük ada. Toplam 96 kM2 olan adanın 42 kM2 si Hollanda’ya diğer 54 kM2 si ise Fransa’ya ait. Tahmin edileceği üzere Fransa tarafında adanın ismi St.Martin. Bizim gemi Hollanda tarafının başkenti Philipsburg’a yanaşıyor. Doğal olarak bu adanın tarihi biraz daha karışık. Son 350 yılda barış içinde yaşamışlar ama öncesi bir hayli kanlı. Columbus burayı da 1493 yılında keşfetmiş. Takip eden 140 yıl boyunca İspanyollar, Fransızlar ve Hollandalılar bu ada için çarpışıp durmuşlar. Hayret ! İngilizler yok. 1648 yılında Hollanda ile Fransa bugünkü sınır konusunda anlaşmışlar. Başlıca üretimi şeker kamışı. Hollanda tarafında vergi olmadığı için; likör, tekstil ürünleri, parfüm ve çikolata ABD fiyatlarına gore % 50 daha ucuz. Bu da “cruise” gemileri için burayı cazip kılıyor ve adanın turizm gelirleri her yıl katlanarak artıyor. Fransa tarafının başkenti Marigot. Nüfus ; Hollanda tarafı 32,000, Fransa tarafı 25,000. Dil ; Hollanda tarafında Flamanca, Fransa tarafında Fransızca, ama her iki tarafta da anlaşabilecek kadar İngilizce konuşuyorlar. Para birimi her iki tarafta da Euro. Fransa tarafını da görmek istediğimiz için plaj olarak Marigot’yu seçiyoruz. Yolun yarısında İngilizce anadili olmadığı için diğerleri kadar çok konuşmayan taksi şöförü arabayı yolun sağında durduruyor, el frenini çekiyor ve emniyet kemerini takıyor. “Buradan sonrası Fransa, burada kemer takmayınca ceza yazıyorlar“ diyor. Marigot plajına yaklaşırken, şöför; “sizi uyarmalıyım, bu plaj çıplaklar plajıdır“ diyor. Endişeye mahal olmadığını, video kameramı yanıma aldığımı söylüyorum. Ancak video kamera ile sadece denizi ve tabiatı çekiyorum, zira plajın yaş ortalamasını da biz düşürüyoruz. Çıplaklar, sadece güneşlenirken değil, yürüyüş yaparken ya da bira almaya giderken de çıplaklıklarından vaz geçmiyorlar. Öte yandan, 15-20 yıl sonra ne hale geleceğini görmek de insanın biraz moralini bozuyor. Saat 18:00 de Fransızımsı Hollandalılara veda ediyoruz.

                                                       Philipsburg – St.Maarten

                                                           St.Maarten haritası

                                                               Marigot beach

13 saat sonra St.Thomas adasındayız. Burası uğrayacağımız son ada. St.Thomas Amerikan Virgin adalarından biri. Dolayısıyla ABD toprağına gelmiş oluyoruz ve bir sonraki ada, yani son durak Puerto Rico olduğu için ABD’ye giriş işlemleri bu adada yapılıyor. Epeydir ilk defa birileri bize pasaport soruyor. En esas korsan adası bu. Belki de, tarihinde Karayip korsanlarının en favori mekanı olması, başkent Charlotte Amalie’yi bugün bir turizm cenneti haline getirmiş. Uzun süre korsanların hakimiyetinde kalan ada, 17.yüzyılda Danimarka’lı West India şirketinin adamları tarafından işgal edilmiş ve önce tutuklanan korsanlar daha sonra plantasyonlarda işçi olarak çalıştırılmış. Üretilen yine şeker kamışı. Ünlü korsanlar Blackbeard ve Bluebeard’ün maceraları adanın efsanesi olmuş. O tarihte adanın nüfusu 330 muş. O tarihteki Danimarka kralı
V.Christain’ın karısının adı başkente verilmiş, bir daha da değişmemiş. İngilizler bölgede gemi koştururken buraya da uğramadan edememişler ve 1807’den 1815’e kadar kalmışlar. Danimarka adayı geri almış ama; İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, ABD ve İspanya ada ile ilgili ticari haklar elde etmişler. Sonunda 1917 yılında ABD $ 25 milyon ödeyerek adayı Danimarka’dan satın almış. Turizm daha 1950 lerde gelişmeye başlamış. Bugün; duty-free mağazaları, tarihi eserleri, muhteşem plajları ve adalıların misafirperverliği sonucu yılda 1.7 milyon turistin uğrak yeri olmuş. Bunların çoğu da “cruise“ gemileri ile gelenler. Mağazalarda en çok satılan mallar; her çeşit mücevher, saat, elektronik, rom, Karayip tarzı baskılı tekstil ürünleri, kahve ve likör. St.Thomas, St.Maarten’in batısında, Puerto Rico’nun doğusunda yer alıyor. Yüzölçümü 83 kM2, nüfusu 56,000. İngilizce konuşuluyor ve ABD Doları kullanılıyor. Plaj deyince burada biraz duralım. Adanın kuzeyindeki Magens Bay, National Geographic tarafından Dünya’nın en güzel on plajı arasında gösterilmiş. Karayiplerde giriş ücreti ödenen tek plaj. Kumsal devasa palmiyelerin arasında, bembeyaz bir kum ve ağaçlar denizden 4-5 m içerde. Şemsiyeye gerek yok. Burada Kanada’lı bir ailenin $ 5 ödeyerek kiraladığı bir şezlongu, plaja yeni gelen bir aileye $ 4 karşılığında devrettiklerini ve yeni gelen ailenin de bu durumu olağan karşıladığını görünce, karikatürlerde Amerikalıların gözlerinin içinde yanıp sönen dolar işaretini hatırlıyoruz. Yine hava 32, deniz suyu 30 derece. Son oluşundan mıdır nedir, buradan zor ayrılıyoruz. Saat 18:00 de yine denizdeyiz ve çıkış limanı olan Puerto Rico’ya doğru yol alıyoruz. Öylesine mükemmel bir sistem kurulmuş ki, akşam kamaraya üzerinde renk ve numara (Mavi – 7 gibi) olan bagaj kağıtları bırakılıyor. Bunlar bagajlara yapıştırılıyor ve bagajlar gece 23:00 den itibaren kamaranın kapısının dışına bırakılıyor. Zira, ertesi sabah 08:00 den itibaren gemi boşaltma işlemi başlıyor ve sırayla renk ve numara anonsları yapılıyor. Kendi renk ve numarası anons edilen, bagaj katından bagajlarını alıp gemiyi terkediyor. Böylece izdiham yaşanmıyor. Hatta dönüş uçağı erken saatte olanlar bir gün önceden belirleniyor ve bagaj işlemi sırasında onlara öncelik veriliyor.

                                                  Charlotte Amalie – St.Thomas


                                              Magens Bay plajı – St.Thomas

12 saatlik bir yolculuktan sonra tekrar Puerto Rico’nun başkenti San Juan’dayız. Burası Miami’nin 1,600 kM güneydoğusu. 8,959 kM2 ile ziyaret ettiğimiz adaların en büyüğü. Nüfus 3.9 milyon. Din Katolik Hırıstiyan. Bizim uçağımız bir gün sonra. Dolayısıyla San Juan’ı gezmek için de bir günümüz var. Geldiğimiz gün havaalanında rezervasyon yaptırmış olduğumuz Aleli by the Sea oteline yerleşiyoruz. Okyanusa sıfır ve önü plaj. Her ne kadar resmi dil İngilizce ise de insanlar İspanyolca konuşuyor ve ayrıca restaurant menüleri dahil herşey İspanyolca. Belki de Cumartesi olması nedeniyle gece hayatı oldukça hareketli. Ama tabiat olarak diğer adalarla kıyaslandığında zayıf kalıyor. Columbus yeni dünyaya ikinci seyahatinde bu adayı keşfediyor ve “zengin liman” anlamında Puerto Rico ismini uygun buluyor. Amerika kıtasında halen kullanılmakta olan en eski kilise bu adada 1522 yılında inşa edilen San Jose kilisesi. 16. 17. ve 18. yüzyıllarda sırasıyla Fransa, Hollanda ve İngiltere’nin adayı ele geçirme çabalarını İspanyollar boşa çıkarmış. Kölelik; İngiliz kolonilerinde 1833, Fransız kolonilerinde 1848, Hollanda kolonilerinde 1863 yıllarında kaldırılırken İspanya, Puerto Rico’da 1873 ve Küba’da 1880 yılına kadar bu sistemi sürdürmüş. 1898 de 4 ay süren bir savaş sonrası ABD adayı teslim almış. 1961 de “Batı Yakasının Hikayesi” ile oscar alan Rita Moreno ve 1969 da Grammy kazanan Jose Feliciano Puerto Rico’lu. Son 35 yılda 3 Dünya Güzeli çıkarmışlar. Ekonomi de ağırlık yine şeker kamışı ve turizmde. Ayrıca ilaç hammaddesi, elektronik, tekstil, petrokimya ve işlenmiş gıda ihracatları da var. Yine de ekonomisi ABD desteğine muhtaç.

                                                         San Juan – Puerto Rico


                                                     San Juan – Puerto Rico

İşin en keyifsiz kısmı en sonda. San Juan’dan New York’a 4 saat uçak yolculuğu, New York’ta 6 saat bekleme, ardından İstanbul’a 11 saat daha uçuş. Otelden çıktıktan yaklaşık 24 saat sonra evdeyiz.


Son bir not; New York – San Juan – New York uçuşları sırasında American Airlines ve Delta’nın halini gördükten sonra, THY’yi eleştirirken insafsız olduğumuzu söyleyebilirim.              

http://www.hurriyet.com.tr/cruise-gemiyle-karayip-adalarina-yolculuk-3670738

1 yorum: